İnsanlık ailesinin değerli bireyleri olarak değişim ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Biz çok farkında olmasak da değişim rüzgarları bizi önüne katmış, savuruyor da savuruyor… Nasıl mı? Açıklaması basit, hepimiz her gün ya da ara ara, “aaa yok hiç işim olmaz benim o olayla, o insanla” dediğimiz durumlarla iç içe oluveriyoruz değil mi? Çevremizdeki insanlar değişim, değişim dedikçe hepimiz, ‘değişim beni korkutmaz ki, ben değişmekten çok hoşlanırım’ dedik ve değişimi dışsal şartlara bağladık, belki de rahatladık ama doğrusunu söylemek gerekirse pek de çözüm de bulamadık. Değişim sadece dışsal olaylara esnek olmak, yenilikleri sevmek anlamına da gelmiyor her zaman… İçsel değişim de çok önemli. Kalıplaşmış anlayışlar, davranış biçimleri, inançlar, yargılar, değişmez kararlar yani kendimizi sabitlemek istediğimiz her durum ve davranış konusunda yenilik yapmaya çalışmak bazen oldukça zor oluyor. Şaşırtıcı ve şok edici olaylar dizisi aman vermeden, asıl içsel değişim gerçekleşsin diye üstümüze geliyor. Birbirimizle sohbet ederken doğal olarak şu sözler dökülüyor ağzımızdan; “Herşey o kadar üst üste geldi ki kendimi toparlayacak zaman bulamadım.”
Değişim artık bir moda sözcük olmaktan çıktı, bir gerçek olarak tam karşımızda duruyor ve hepimizi yenilenmek konusunda uyarıyor. Bilgi sözel olarak ifade edildiğinde değil de uygulandığında bir enerji ve değişim açığa çıktığından; bu noktada iyi entelektüel olmak pek işe yarayacak gibi gözükmüyor. Aksine, “Az laf çok iş” deyişine uygun olarak çok uygulama az söz, içsel değişim için daha yararlı bir yol gibi gözüküyor… Kendini karlı dağların zirvelerine yükseltmeyi kim istemez ki. Hepimizin yüreğinde aynı bilgelik arzusu saklı. Kimileri açıkça bu ihtiyacı belirtken kimilerinde de henüz saklı duruyor.Yüreğimizde yankı bulan her bilgiyi alıp onu günlük yaşama uygulamanın ve onu kullanmanın, olağanüstü önem kazandığı çok ama çok değerli günler yaşıyoruz. Unutmayalım ki, köklü ve gerçek değişimler içlerinde, ‘yıkarak yeniden yapılama’ paradigmasını taşırlar. Hiç yıkım olmadan yeniden yapılan ya da en azından restore edilebilen bir binaya hiç rastladınız mı? Yerküremiz taşıyla, toprağıyla ve insanıyla bir arada değişmek istiyor. Bu köklü ve derin bir değişim.Ekonomik, politik ve sosyal her alanda bir tıkanıklık söz konusu. Tıkanıklığı yaratanlar da bizleriz çünkü köklü bir değişimden ürküyoruz ve sahip olduğumuz değerleri kaybedeceğimizi sanıyoruz.
“Değişim en büyük ve tek gerçek ihtiyacımız. Peki! Değişmek için neler yapabiliriz sorusu ise en çok ihtiyaç duyduğumuz soru.” Öyleyse dışarıda aradığımız huzuru içimizde bulmak ve en derin gerçekliğimizin dingin sularına dalabilmek için“esneklik ve uyum” pratiklerini her gün ya da her aklımıza geldiğinde uygulamaya başlayabiliriz. Yaşama uyumlanmaklailgili her pratik bizi evrensel bir bakışa daha da yaklaştıracaktır. Nedir evrensel bakış?
Evrensel bakış; her şeyi olduğu gibi kabul edebilmektir. Dünya ve evren üzerindeki her türlü ama her türlü yaşam formuna sevgi ve anlayış ve şefkat ile bakabilmektir. Gerçek ihtiyaçları görüp acımamak ve oyalanmamaktır. Kendimize ve gelişim ihtiyaçlarımıza doğru bakabilmek yaşadıklarımızı buna göre değerlendirebilmektir. Hem kendimizin hem de diğerlerinin gelişimlerine ve gelişim araçlarına saygı ve sevgi duymaktır.
Evrensel Bakış nasıl elde edilir? Uyum ve esneklik çalışması ile... Yani tüm insanlık ailesinin şu anda yeryüzünde yaptığı çalışma ile. Bizi zorlayan, gerilimler yaratan olaylar bizlerin içindeki kapasitenin ortaya çıkmasına neden olur ve kapasitemiz her geçen gün biraz daha açılıp genişledikçe içinde bulunduğumuz ortama biraz daha uyumlu hale geliriz. Böylece"hayatta olmaz" dediğimiz kalıplarımızın nasılda esnediğini görürüz. Yani büyüdüğümüzü! Çünkü evrende her şey mümkündür. Evrenin kalıpları yoktur, tekdüzeliği yoktur. Evren her formdadır. Zorlayıcı olaylar uyum ve esneklik kazanmak içindir ki, böylece daha geniş bakış açılarına sahip olabilelim. Daha anlayışlı ve daha şefkatli ve tabi ki daha sevgiyle davranabilelim... |