MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİNİN HAYATI 
Asil adi Muhammed Celaleddin olan
Mevlana´nin mahlasi Rumi´dir. Daha cok, lakabi olan Mevlana ile anilir. Kaynaklar onu
Ulu Hunkar veya Hunkar Mevlana diye de anmaktadir.
Celaleddin Rumi 30 Eylul
1207´de Belh´te dogdu. Kaynaklara gore annesi Mumine Hatun, Harzemsahlardan
Alaeddin Muhammed´in kizidir. Mumine Hatun Konya Karaman´da Mader-i Sultan
denen cami dergahta yatmaktadir. Mevlana´nin anne tarafindan Halife Ebubekir
soyundan geldigi yolundaki rivayet tarikat erbabinin sikca basvurduklari
uydurmalardan biridir. Bu iddianin tutarsizligi buyuk arastirmaci Golpinarli
tarafindan Mevlana´yi anlatan hemen tum eserlerde gosterilmistir. Rumi´nin
babasi, devrinin unlu bilginlerinden biri olan ve Sultanul
Ulema diye anilan Huseyin oglu Bahaeddin Veled´dir.
Kaynaklara gore, Bahaeddin Veled,
Mogollarin Belh´i istilasi uzerine buradan ayrilmis ve kesin olarak bilemedigi
bir yol izleyerek Konya´ya gelip yerlesmistir.
Sultanul Ulema ailesinin Belh´ten
ayrilisi sirasinda Mevlana´nin 5 yaslarinda oldugu yolundaki Eflaki kaydi
kesinlikle yanlistir. Mevlana bu goc sirasinda 20 yaslarinda bir insandi.
Nitekim goc yolunda Nisabur´da buyuk sufi Feriduddin Attar´la gorusen
Bahaeddin Veled ailesinin genc ogullarina Attar, eseri Esrar-name´yi vermistir.
Yine goc yolunda, Larende´de Mevlana, Semerkandli Hoca Lala´nin kizi Gevher
Hatun´la evlendi. Rumi´nin ogullari Sultan Veled ve Alaeddin Celebi bu hanimdan
dogmustur.
Bahaeddin Veled
Konya´da halka verdigi vaazlarla buyuk bir une kavusmustur. Selcuklu sultani
Alaeddin Keykubat´in lalasi tarafindan Bahaeddin Veled icin Medrese-i
Hudavendigar adli buyuk bir medrese de yaptirilmistir.
Bahaeddin Veled´in
olumu uzerine onun bilgi ve aydinlik mirasini temsil etme gorevini oglu
Celaleddin ustlendi. Bahaeddin Veled´in ilim ve kemalinden yararlananlar
Mevlana´nin cevresinde toplanmislardi. Olumunden kisa bir sure sonra,
ogrencilerinden unlu sufi bilgin Burhaneddin Muhakkik Tirmizi´nin Konya´ya
geldigini goruyoruz.
Burhaneddin, hocasi
Sultanul Ulema ile bulusmak uzere geldigi Konya´da onun yerini alan Mevlana ile
karsilasti ve hocasindan feyz almaya fevam yerine Mevlana´ya feyz vermeye
basladi.
Seyyid Burhaneddin,
entellektuel-kitabi bilgilere teslim olmus gorunen Mevlana´da ilk mistik ilgiyi
uyandiran kisi olmustur. Burhaneddin, Mevlana ile 10 yila yakin bir sure mesgul
oldu. Mevlana´nin Halep ve Sam´da tahsil gormesinin de Burhaneddin´in
tesvikiyle oldugu anlasiliyor.
Tirmizli Seyyid,
Mevlana´yi, bur sure sonra bir ask tufani gibi Konya´yi saracak olan Tebrizli
Sems´in gelisine hazirlamis ve Sems Konya´ya gelmeden bu kenti terkedip
Kayseri´ye gocmustu.
Maarif adli eserinden
buyuk bir bilgi ve ask eri oldugunu anladigimiz Seyyid Muhakkik´in olumu
Mevlana´yi cok etkiledi.
Olumunu duyunca
kalkip Kayseri´ye gitti ve hocasinin biraktigi kitaplari da alarak geri dondu.
Burhaneddin´in olumu uzerine, onun baglilari da Mevlana´nin cevresinde
kumelendiler ve Mevlana daha buyuk bir halkaya hitap etmeye basladi. Mevlana,
cevresinden buyuk itibar goren bircok baglisi bulunan bir din bilgini olarak
yasayip giderken onun hayatini alt ust eden
bir garip adam geldi Konya´ya: Tebrizli Sems. Hicbir yerde mekan tutmadigi icin
durmadan dolasan Sems (Sems-i Perende) diye anilan bu zatin derin bir tasavvuf
eri oldugu eseri Makalat´tan anlasiliyor. Ancak onu herhangi bir tarikate veya
seyhe mensup gostermek mumkun degil. Ibn Arabi de dahil, devrinin bircok unlusu
ile sohbet etmis fakat kimini felsefeye kapildiklari icin, kimini de seyhlik
ilan ettikleri icin agir tenkitlere maruz birakmistir. Ancak onu herhangi bir
tarikate veya seyhe mensup gostermek mumkun degil. Ibn Arabi de dahil, devrinin
bircok unlusu ile sohbet etmis fakat kimini felsefeye kapildiklari icin, kimini
de seyhlik ilan ettikleri icin agir tenkitlere maruz birakmistir. 

Bir kayitsizlik, bir
ozgurluk, bir ask ve sonsuzluk devidir Sems. Ve sonunda temsil ettigi bu
degerlerin onurunu hakkiyla tasidigini, sehit olarak ispatlamistir. Iste bu
Sems birden Konya´da goruluyor. Tarih h. 642, m. 1244´tur. Geliyor ve Mevlana
ile tanisiyor. Bu sufi zat ile tanismasidir ki Mevlana´nin hayatinda bir
kiyamet olayi kadar buyuk etki yapti ve Celaleddin´in hayat seyri ve dunya
gorusu yeni bir yon kazandi. Gercekten de, Semseddin Muhammed adli bu Tebrizli
Allah asikinin Mevlana´ya dost olmasiyladir ki insanlik tarihi olumsuz bir
sonsuzluk erinin dogumuna gebe olmaya baslamis ve bur sure sonra da
Mesnevi adli abide eser vucut bulmustur.
Tasavvufa ilgisi
muhakkak olmakla birlikte yine de siradan bir din adami olarak yasayan
Celaleddin, Sems´le karsilastiktan sonra benlik denizini sinirlayan duvarlari
parcalamis ve caglara sigmayan bir ask ve iman okyanusu halinde akmaya
baslamistir. Sems´in Konya´ya gelisinde Mevlana ile karsilasmasi rahmetli
Golpinarli´nin kaleminden su sekilde verilmektedir:
"Sems Konya´ya
gelince, dogruca bir hana, Pirincciler veya Sekerciler hanina indi. Semseddin,
Handa bir sedire, Sems´in tam karsisina oturdu. Bir sure sonra konusmaya
basladilar:
Sems- Muhammed mi
buyuktur, Beyazid Bistami mi? Mevlana- Bu nasil soru? Elbette Muhammed
buyuktur?
Sems- Iyi ama,
Muhammed: "Kalbim paslanir da bu yuzden Rab´ime gunde yetmis kez istigfar
ederim." diyor. Halbuki Bayezid: "Kendimi noksan sifatlardan tenzih
ederim. Zuhurum ne kadar da buyuktur." diyor. Ve; "Cubbemin icinde
Allah´tan baska bir sey yok." diye de ilave ediyor. Buna ne dersin?"
Mevlana- Hz. Muhammed
her gun yetmis makam asiyordu. Her makam ve mertebeye vardiginda bir onceki
makamdan istigfar ediyordu. Bayezid ise, bir tek makamda kaldi ve bu makamin en
yuce makam oldugunu sanarak oyle konustu...
Mevlana´nin bu
sozlerini dinleyen Sems, karsisindaki adamin imtihanini basari ile verdigine
hukmediyor ve handan
birlikte cikip Mevlana´nin dostlarindan biri olan kuyumcu Selahaddin´in evinde
tam alti ay Halvete cekiliyorlar. Iste, Mevlana´nin benlik dunyasi bu sekilde
yepyeni bir tufana maruz kaliyor ve eski hayati tamamen degisiyor. Mevlana,
benliginde bu essiz degismeye vucut veren Allah adamini ve onunla tanismasinin
yarattigi inkilabi su misralarla dile getirmistir:
"Kiyasa sigmayan
guzelliginin bir zerresi gorununce butun guzellerin guzellikleri bitti,
yandi... Dogu olsam, Bati olsam, goklere ciksam senden bir iz bulamadikca ebedi
hayattan bir iz yok bana. Ulkenin zahidiyim, kursuye sahiptim. Gonul kazasi, sana karsi ellerini
oksamaktan ote bir sey yapamayan bir asik haline getirdi beni..."
"Deftere duskundum.
Edip ve bilginlerin ust yanina otururdum. Ilahi ask sarabinin sunucusu olan
zati gorunce sarhos oldum, kalemleri kirdim. Gayret gozyaslariyla abdest aldim
da namazimda kiblem sevgilinin yuzu oldu. Senden baska basim varsa yok olsun.
Sensiz yasarsam varligimi yak. Kabe´de de sevgilim sensin,
kilisede de..."
"Askimin
atesleri Ars´i da gecti, fersi de. Bu ates icinde Semseddin´in yuzunu
gizleyemiyorum..."
"Tebrizli
Sems din seyhidir. Alemlerin rabbinin manalar denizidir. Can
deryasidir... Gercege ulasmak icin onun etegine yapismak gerekir... Mevlana,
golgesiz bir gunes oldugu halde Sems´in cevresinde donup dolasmadadir. Sems onu
isigin icine almis, aydinliga bogmustur."
Bu karsilasma,
Mevlana ile Sems´i iki asik gibi birbirine baglamis ve Mevlana´yi hem eski
hayatindan hem de eski dostlarindan koparmistir. Celaleddin artik tum
zamanini Sems ile gecirmektedir. Bu surekli beraberlik, Mevlana´nin ihmale
ugrayan eski dostlari tarafindan kiskanclikla karsilanacak ve Sems´e komplolar
duzenlenecektir. Mevlana´nin cevresi dusunmektedir ki Sems Konya´dan giderse
Mevlana eski haline doner. Oysa ki, bu asla olmamis, Sems´in Konya´dan bir sure
uzaklasmasi Mevlana´yi iyice divaneye cevirmistir.
Dedikodular yuzunden
Konya´yi 1246´da terkeden Sems, 1247´de tekrar bu kente geldi. Mevlana
sevincten ucuyordu. Ne yazik ki, Sems´in basi bu kez cok daha ciddi bir
sebepten derde girmisti. Bu da Mevlana´nin evlatligi Kimya Hatun´du. Sems, Kimya
Hatun´la evlenmisti. Oysaki, Mevlana´nin oglu Alaeddin´in de bu kizda
gonlu vardi. Mevlana bu gonul meselesinde sirdasi Sems´in tarafini tutmustu.
Kimya Hatun, evlenmesinden kisa bir sure sonra oldu. Fakat o kisa sure icinde
Alaeddin´le Sems´in arasi iyiden iyiye acilmisti. Alaeddin, Mevlana´yi gormeye
geldigi zamanlarda inadina Kimya Hatun´un ikamet ettigi sofanin yanindan
gecerdi. Sems onu, buradan gecmemesi icin uyarmak ihtiyacini duymustu. Bu
uyarma, fesatcilar tarafindan Alaeddin´i cileden cikarmak icin kullanildi. Oyle
ya, Sems hem sevdigi kizi almisti hem de kendi evinde Alaeddin´e hukmediyordu.
Mevlana ile Şems´in
dostluğunu başından beri kiskananlar bu Kimya Hatun olayini da kullanarak
Alaeddin ve yakinlarini Sems aleyhine iyice kiskirttilar. Nihayet Sems, 1247
yili Aralik ayinin 5. gunu, bir komplo ile olduruldu.
Sems´in olduruldugu,
Mevlana´dan uzun sure saklanmistir. Halk arasinda dolasan soylentilere ise
Mevlana bir turlu inanmak istememistir. Olayin Mevlana´dan gizli tutulmasi yuzundendir
ki, ne Sultan Veled´in eserinde ne de Sipehsalar´da Sems´in oldurulusune yer
verilmez.
Mevlana, Sems´in yine
Sam´a gittigini dusunmus ve onu hep oralarda arayip aratmistir. Nihayet durumu
ogrenen Mevlana bu ezel dostundan surekli ayrilmis olmanin acisini icli
misralarla dile getirmeye baslamistir:
"Sevgili, o
gariplik yurdunda neden bunca zamandir eglesip kaldin, bu gurbetten don, gel
gene, niceye dek bu pismanlik? Yuzlerce mektup yolladim, yuzlerce yol
gosterdim. Ya yolu bilmiyorsun, ya mektubu okumuyorsun. Gel gene, o hapishanede
senin kadrini kimse bilmez. Tas yureklilerle oturma, sen nihayet bu madenin
gevherisin. Ey gonulden, candan kurtulan, ey gonulden ve candan el yikayan, ey
cihan tuzagindan azad olan, gene gel, sen dostlardansin."
"Bu mahallede bir rint, bizim halkamizdan kacip
kayboldu. Bu mahallede de birisi ansizin ondan bir iz buldu. Bakin da izini
gorun, bu, onun kanlarla bulanmis elbisesi. Bir zamandir onu araya-araya
yandik. Gece-gunduz elbisemizi yirtarak onu aramaktayiz. Butun kanlar,
eskiyince kararir, kurur. Fakat asiklarin kani ebedi olarak yeniden-yeniye
gonulden cosup akar.
Asiklarin kani eskimez, daima tazedir. Kan da taze olunca kime aitse bilinir. Bu
eski bir kan
davasi diye gecistirme. Asiklarin kani, dunyada ne uyumustur, ne de uyuyup
unutulur... Sen de boyle oldurulursen ebedi hayata ulasirsin. Bu cesit
oldurulenin canindan Tebriz´e selamimi, kullugumu ulastir."
"Birisi, Hoca
Senai oldu dedi. Olum, boyle bir ere kucuk bir is degil. Saman degil ki yelle
uctu diyelim. Su degildi ki kis yuzunden dondu farzedelim. Tarak degil ki, bir
telden kirilsin. Tohum degildi ki yer onu sikip kurutsun. O, bu yeryuzunde bir
altin madeniydi ki, iki cihani da bir arpaya sayardi. Topraktan yaratilan
bedenini topraga atti, akla mensup canini goklere cikardi. Halkin bilmedigi
ikinci cani, bunu da sasirtmak icin soyluyorum ya, canana teslim etti. Saf
sarap, tortuyla karismisti, kupun agzi acikti, tortudan ayrildi."
"Yaziklar olsun
ey sevgili, aramzidan gittin. Bircok dertlerle, hasretlerle ayrildin.
Dostlarin, beraber dusup kalkanlarin haklasindan topraklar icine gttin,
karincalara, yilanlara karistin. Ne oldu o nukteler, ne oldu o guzel sozler? Ne
oldu elimizi tutan el, ne oldu gul bahcelerine giden ayak? Latiftin, guzeldin,
insanlari kendine kul ederdin. Simdi insanlari yiyen toprak icine gittin ha?
Nereye gittin ki, izinin tozu bile belirmiyor? Bu sefer gittigin yol ne de
kanli yol... Ey yuzlerce gul bahcesinin cani, neden yaseminden gizlendin? Ey
canimin canina can olan, neden benden gizlendin?... Ey Sems, bir Yusuf gibi
kuyuya gittin! Ey abu hayat, ipten de gizli kaldin." diyen Mevlana
sirdasinin oldurulup kuyuya atildigini nihayet ogrenmis oldugunu da kulagimiza
ufler. Mevlana, Sems´in oldurulusunde bir numarali rolu oynadigindan emin
oldugu icindir ki, oglu Alaeddin Celebi´nin cenaze namazina bile katilmamistir.
Sems´in olumunden
sonra Mevlana, Konyali kuyumcu ve Allah dostu Selahaddin´i sirdas edindi. 10
yil gibi bir zaman sonra Selahaddin de oldu ve Mevlana, sirdasligini Celebi
Husameddin adli sufi ile surdurdu. Bu sure zarfinda, insanlik tarihinin en
buyuk mirasi arasina girmis bulunan Mesnevi vucuda gelmis bulunuyordu. Mevlana
Celaleddin, 1273´te oldu.
"Ben o padisah
degilim ki, tahttan inip tabuta binerek yokluga geceyim; benim fermanimin
ustune "sonsuzluk" damgasi vurulmustur." diyerek caglarustu bir
gonul saltanati kurdugunu ifadeye koyan Mevlana "olum" denen
degisimin kendisini yokluga gommedigini ilan etmekte ve sonsuzluk yolcularinin
gonul kulagina sunu fisildamaktadir: "Olumunuzden sonra bizim mezarimizi
toprakta arama. Bizim mezarimiz, Hak erlerinin gonullerindedir."
Mevlana´yi bizzat
kendisinden dinleyebilir mmiyiz? Bu sorunun cevabi "evet" tir.
Gercekten de Mevlana, misyonundan zevklerine, metodundan cektigi istiraplara
kadar kendine iliskin her konudan acikca sozeden, okuyucularina bilgi veren bir
sair- dusunurdur. Onun, kendisini anlatan beyanlari ayri bir etude malzeme
olacak kadar coktur.
"Herkes bastan
sona gelir, bizse sondan basa gideriz." (DK. 5/289) diyen Ulu Hunkar
varlik ve insana ulasilabilecek son noktadan, Allah´tan baktigini soylemektedir.
Esasen Allah adami, esya ve insana Allah´in gozuyle bakan adamdir. Boyle bir
bakisin sahibi olan gozdur ki insana, zamanustu olani, evrensel-kozmik olani
duyurur. "Benim butun feryatlarim benden degil, O´ndandir." diyen Rumi boyle bir bakis kudretini el ileri anlamda tasidigini ilan
eder.
Anilan bu kudret,
benligin yuzunu sonsuza cevirir ve benlik, sekliyle bu alemde, ozuyle yukari
alemlerde seyreden bir varlik-vareden arasi kopru olur. "Topraktakiler
esere yuz cevirdiler; ben esirdenim, esere yuz tutmam." (DK. 7/538) diyen
Mevlana eserin yani yaratilanin bagrindan ayagini kurtarmis olmayi insanin esas
dogumu olarak gorur. Sonsuzluk eri, butun kainati bir tur rahim gibi kullanarak
oradan Yaratici suurun sonsuz hurriyet iklimine dogabilen ruhtur. Rumi bu
ruhlardan biridir. Diyor ki: "Ilk dogusum gecti gitti; bu solukta asktan
dogmusum; ben, kendimden de fazlayim artik, ikinci kez dogmusum ben."
Elbetteki bu ikinci
dogum, bu sonsuz hurriyet alanina gecis bedava olmamistir Rumi icin. Hayat,
bedavadan bir cok sey verir ama, sonsuzluk asla bedavadan verilmez.
Mevlana, hem kendi erisinin motor gucunu tanitmak hem de sonsuzluk
yolcularina ders vermek uzere soyle konusur: "Omrumun ozeti su uc sozden
ibarettir: "Hamdim, pistim, yandim." Bu eris sancisi, bu varolus
cilesi insani su bahtiyarliga ulastirir: "Nice can Isa´sina ait nice gizli
sozleri, esegin gonlune, kulagina zorla soktum." Esegin,
Mevlana diliyle igretiye boyun egmis birey veya toplumun sembol adi oldugunu
hatirlatalim.
Bu esek istiaresi
Mevlana´nin bir cok tespiti gibi Kur´an kaynaklidir. Muddesir Suresi 48-55.
ayetler, Kur´an´i arkalarina atip ondan kacanlari, onu anlamaya yanasmayanlari
arslandan urkup kacan esek surusune benzetmektedir. Bu bir anlamda vahyin
insana sundugu sonsuzluk nimetine sirt cevirmektir. Ve sonsuzluga sirt
cevirenler, esek surusudur.
Kur´an´in bu
perspektifi Mevlana´nin butun eserlerinde birey ve toplum bazinda aynen
korunmustur. Mevlana insanin igreti, hayvan yanini idafe eden emmare nefsi de
esek diye anar ve der ki, sonsuzluk yolunu bilmiyorsan esegin tersine yuru; yol
oldur. Sonsuzluk eri, esegin kulagina
birseyler sokabilmek gibi essiz bir hunere ulasir ama, unutmamak gerekir ki bu
hunerin korunmadi esegin deger verdigi seylere yenik dusmemekle mumkundur.
Mevlana kendisinin belirgin niteliklerinden birini de esegin deger verdigi
hereyi degersiz gormek, elinin tersiyle itmek olark tanitir. Soyle diyor:
"Su asagilik buyucu kari, su dunya, madem ki yok olup gidecek bir gun;
tahtini, bahtini, hazinelerini bana bagislasalar ne olur ki?..."
Bu suur, sonsuzluk
erini esek surusu (deyim kendisinindir) yani kalabalik icinde yalniz,
anlasilmaz, garip, hatta perisan kalma noktasina getirebilir. Ve Rumi bu noktaya
gelmistir. "Gumusum-altinim olsaydi, esim-dostum az mi olurdu hic?" diyerek bunu duyuran Rumi, dis gorunusuyle bir dusukluk manzarasi
arzeden bu keyfiyetin esasta bir saltanat olduguna dikkat ceker. Bu saltanat
ozgurluk-bagimsizlik saltanatidir. Bir kozmik azadelik saltanitidir bu...
"Benim isiklarla, nimetlerle dolu binlerce dunyam var; a asagilik ekmekci,
sen bana ne naz edersin ki?..."diyen Mevlana, esek surusunun
mide ve bagirsaktan gelen gururlarinin nasil bir rezillik ve sefillik
sergiledigini ifadeye koyar. Ve devam eder: "Degil mi ki gonul mutfaginda
yemekler tabak tabak; peki ne diye asagilik kisilerin mutfagina kase
tutacakmisiz?"
Esek surusunun
degerleriyle beslenen herseyden tiksinir Rumi. Ruhuna bineklik yaotigi halde,
bedenden bile tiksinir. Cunku beden de "asagilik ekmekci" nin taptigi
seylerle besleniyor. Soyle yakariyor Mevlana: "Topraktan yaratilmis beden
bir kadehtir, cansa ari-duru sarap. Bana bir baska kadeh bagisla, zaten bu
kadeh kusurlu."Bu igreti kadehle elde edilebilecek degerleri
bir sey sananlari alay konusu eder Rumi, aci onlara. "Bana testi satma;
akar irmagi olan, testiyi ne yapacak?" diye de sorar. Nihayet
igretinin, sonsuzu tanitmaya yonelik en saf degerlerine bile sirt doner. Mesela
Allah´in essizlik ve birligini anlatmak gibi bir buyuk rolu ustlenen (1)
rakamina bile dudak bukerek bakar. Bu haliyle o, "Allah kelimesinin
harfleri bile tevhidin safligini zedeler" diye dusunen cagdasi Ibn Arabi´ye
ne kadar benzer! Allah´i tanitmakla birlikte "tek" ve "bir"
sozleri bile sirk kokusu tasir; cunku onlar da igreti alemin, esek surusunun
degerledidir: "Oyle bir zerreyiz ki, dort unsura da isyan ettik, bes
duyuya da, alti yone de. Zaten bes-alti dedigin de nedir? Tek Allah´a bile
kizginim ben."
Evet "Allah
tektir, birdir" deriz. Ama bu, baska turlu O´nun essizligini ifade
edemedigimizdendir. Allah, sayi, keyfiyet, olcu otesi birdir, tektir. Bunu
ifade edecek bir seyse elimizde de yok, dilimizde de.
Rumi´nin bir anlamda
kendini anlatan, ama bir anlamda da onu izleyecek gonul erlerini bekleyen
cileleri, tehlikeleri haber veren beyanlari da ilginctir. Bu beyanlarin ozeti
sudur: "Beni seviyorsan cileye, yalnizliga, dostsuz kalmaya hazir ol!
Bakin ne diyor: "Kimde benim atesimden varsa, benden hirka giymistir o.
Huseyin gibi yaralidir O, Hasan gibi bir kadehi vardir onun."
Ve sunun altini
bircok kez cizmistir Rumi: "Hak erinin bu toprak dunyada dostu olmaz. Var
sanan aldanir, olup olmadigini anlamak icin olup tekrar gelmek lazimdir; o da
olmuyor: "Dusman kimmis, dost kim?
Bunu anlamak icin
oldukten sonra bir kez daha dunyaya gelmek lazim." Sonsuzluk eri, igretinin besledigi hicbir seyi, hatta bedeni bile umursamaz demistik.
Boyle olunca, sonsuzluk eri icin olum, bir sizlanma sebebi degildir. Olum, Hak
erinin ayak bagini cozen bir vuslat araci, bir erdiricidir. Ama bunu anlamak
icin esek surusunun de degerlerine mahkum olmamak gerekir.
Rumi, bir sonsuzluk
eri, esek surusune teslim olmamis bir ask ve iman eri olarak olumu selamlar,
kutsar. Once sunu soyluyor Ebedi Dost´a: "Mademki bedenimden can isteyen
sensin, onu verirken kivranirsam adam degilim." ve hayret
edenlere soyle sesleniyor: "Olum yasayistir, yasayis; fakat gercegi orten
gorus tersine gosterir onu."
Ve Rumi, hayat
macerasinin hakkini en ideal anlamda vermis bir Yaratici ben, bir Allah
halifesi sifatiyla olumun kendisini goturecegi essiz guzellikler yurdunu,
aldatmayan, yalniz komayan dostu gorur ve bunu goremediklerini icin tabutu
arkasindan aglayabileceklere soyle seslenir:
"Olum gunumde
tabutum yuruyup gitmeye basladi mi bende bu dunyanin gami var, dunyadan
ayrildigima tasalaniyorum sanma, bu cesit bir supheye dusme.
Benim icin aglama,
yazik-yazik deme; seytanin oyununa duser, duzenine kapilirsan yazik olur,
yazik- yazik demenin sirasi gelir.
Cenazemi gorunce ah
ayrilik-ayrilik demeye kalkisma; kavusup bulusmam o zamandir benim. Beni kabre
indirip birakinca elveda-elveda deme; cunku kabir, can toplulugunun bir
perdesidir.
Batmayi gordun ya,
dogmayi da seyret; gunese, aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak
gorunur amma dogmaktir o; mezar, hapis gorunur amma canin kurtulusudur o. Hangi
tohum, yere ekildi de bitmedi; ne diye insan tohumunda da boyle bir supheye
dusmuyorsun yani?
Hangi kova kuyuya
salindi da dolu-dolu cikmadi; can Yusuf´u, ne diye kuyudan feryad etsin? Bu
yanda agzini yumdun mu ac o yanda; artik senin hay-huyun, mekansizlik aleminin
havalarindadir.
Rumi, sevgi ve isik
kadar sonsuzdur.
MEVLANA´DAN ALTIN SÖZLER
Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi
olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu? Vefâsı var mı? Ası ona bak! Hakla
ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa,
vefâlıysa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say! O, senin
övgünden, saydığın meziyetlerden daha üstün bir kişidir.
* * *
Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak, iyi
tanınmak için uğraşmak, insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati, aşk incisini
arıyorsan, görünüşten kurtulman, deniz dalman, derinliklere inmen gerek! Yoksa
şöhret, gösteriş, deniz kıyısına düşen köpüktür.
* * *
Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım
sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen
bu uykudan uyanınca gündüz olur.
* * *
Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş,
herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin fakat
herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin! Bütün insanlarda
aynı ruh vardır, ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünya da çeşitli
diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin da anlamı birdir, çeşitli kaplara
konan sular, kaplar birleşirler, bir su hâlinde akarlar. Tevhidin ne demek
olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, mânâsız düşünceleri söküp
atarsan, can, mânâ gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri
söyler.
* * *
Sende bulunan beş duygu ışığını, gönül nuruyla
aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Gönlünse yedi âyetten ibâret olan
Fatiha Sûresi’ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya
sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin.
* * *
Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne
zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik
ve benlik nedir? Biz Hakk’ın nuruyuz, Hakk’ın aynasıyız. Şu halde kendi
kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık bir
aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud
halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle
şaşıyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle
hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her
ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz.
* * *
Mânâların aşk burakı, aklımı da, gönlümü de
aldı, götürdü.”Nereye götürdü?” diye den bana sor. Aklımı da, gönlümü de senin
bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Ben öyle bir revâka, öyle bir kemer
altına ulaştım ki, orada ne ay gördüm, ne de gök. Öyle bir dünyaya eriştim ki,
orada dünya da, dünyalıktan çıkar, dünyalığını kaybeder.
* * *
Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimiz’den
öğren de, Allah sana ne verirse ona razı ol. Başına gelen derde, balaya razı
olur da, ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır. Eğer gam
elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla. Zaten o sana yabancı
değildir, onunla aşinalığın vardır. Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın
suratını asma, onu neşe ile karşıla, merhaba, hoş geldin de. Onu güler yüzle,
tatlı sözle karşıla ki gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını
üstünden atsın da güzelliği ortaya çıksın.
* * * 
Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde,
gizli bir zevk, gizli bir mutlu yalayış vardır. Her şeyi gizleyen bu örtünün altında, yüzlerce güzel Yusuflar
vardır. Bu ten, bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun
kalkar. Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! Bu halin nasıl olduğunu anlamak
istersen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa
cennet bahçelerine kanat çırpmaktadır.
* * *
Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna
pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olusursun!
Ömrünün yarısı perişanlıkla geçer, öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider!
Bu fikri, bu pişmanlığı terket de, daha iyi bir hâl, daha iyi bir dost ve daha
iyi bir iş ara!
* * *
Ezel sofrası üzerinde her ne kadar halk
kavgadaysa da, yediler ve yerlerse de, sofra yine o sofradır, ondan hiçbir şey
eksilmez. O olduğu gibi durur. Bir kuşu bir dağın üstüne konsa, sonra uçup
gitse, dağda bir fazlalık veya bir eksiklik görünür mü?
* * *
Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir
tepe, bit yıkık yer değildir. Ruhumuz bizim biricik dostumuz, yârimizdir. O,
bize hiçbir zaman yabancı olmaz. Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer. Yürekli
bir er, Rüstem gibi bir yiğit olmayan oraya nasıl varabilir? Oraya varacak
kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla bedenini
besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir. Oraya varacak kişi, nefsini yenen,
kendi benliğini yıkıp alt eden, dünya âşığı değil, Allah âşığı olan kişidir.
Böyle bir kişinin bedeni mezara girince; mezarın toprağı ile örtülünce, o
bedenden tohum nasıl baş verir yücelirse, tıpkı onun fini Hak tarafından kabul
edilmiş ağacı yükselir, boy atar. Nurlu bir gönül erinden başka, o nura âşık
olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?
* * *
Sermâyesi kanaat olan kişinin; her yaptığı iş,
tâ’at olur, ibâdet sayılır. Onun yemesi, içmesi, uyuması, Hakk’ın emrini
tutması, yerine getirmesi içindir. Sakın Hak’tan başkasını dost edinme! Çünkü
halkın dostu olmak, halkın gözüne girmek ömürsüzdür, ancak yarım saat sürer. 
MEVLANIN YEDİ ÖĞÜDÜ
Cömertlikte yardım etmede akar su gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol..
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,
Hoşgörülükte deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün...
Ya göründüğün gibi ol...
MEVLANADAN HİKAYELER
Haddini
Aşmanın Zararı 
Bir gün adamın biri Hz. Musa (a.s.)´ya geldi:
- "Ya Musa ne olur dua et de ben hayvanların dilinden anlayayım ve bundan
kendime hisseler çıkartarak daha iyi bir insan olayım." dedi.
Hz. Musa (a.s.):
- "Yürü işine git, kaldıramayacağın bir yükün altına girmeye çalışma, bu
halin senin için daha hayırlıdır." dedi.
Fakat adam dinlemedi ısrar etti:
- "Ya Musa ne olur hiç değilse kapımda yatan köpekle horozun dilini
anlayayım." dedi.
Musa (a.s.) her ne kadar bundan vazgeçmesi için çalıştıysa da adam ısrar etti.
Bunun üzerine Musa (a.s.) ona dua etti. Adam sevinerek evine döndü. Ertesi
sabah hizmetçisi sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz koşarak
bunu kaptı. Köpek buna kızdı:
- "Be horoz bu yaptığın doğru mu? Sen buğday da yiyebilirsin arpa da.
Mısır da yiyebilirsin, küçük taneleri de. Bense ekmekten başka bir şey yiyemem,
neden benim rızkımı kapıyorsun?" dedi.
Horoz cevap verdi:
- "Haklısın fakat hiç tasalanma yarın bizim efendinin eşeği ölecek, sen de
böylece karnını iyice doyuracaksın." dedi.
Bunu duyan adam hemen eşeği pazara götürerek sattı.
Ertesi sabah da bakalım köpekle horoz ne konuşacaklar diye onların yanına
geldi.
Köpek horoza sitem ediyor:
- "Yahu horoz hani eşek ölecekti, biz de karnımızı doyuracaktık."
diyordun.
Horoz:
- "Eşek ölmeye öldü lakin başka yerde. Çünkü sahibim onu sattı. Fakat hiç
merak etme yarın at ölecek, o zaman da daha büyük bir ziyafete
konacaksın." dedi.
Bunu duyan adam hemen ahıra koştu, atı aldığı gibi pazara götürüp sattı.
Sevinerek evine döndü:
- "Bu hayvanların dilini öğrenmem çok iyi oldu. Böylece zarardan
kurtuldum." diye düşünüyordu.
Ertesi sabah yine acaba ne konuşacaklar diye köpekle horozun yanına gitti.
Köpek yine horoza sitem ediyor, duruyordu:
- "Yahu horoz bu sefer de dediğin olmadı, yoksa sen de mi yalana başladın."
dedi.
Horoz:
- "Hayır ben yalan söylemedim at ölecekti lakin sahibimiz onu da sattı.
Fakat merak etme, yarın sahibimizin çok değerli kölesi ölecek o zaman onun
hayrına yemekler, helvalar verilecek hepimiz doyacağız." dedi.
Bunu duyan adam o gün hiç beklemeden, kölesini götürüp sattı:
- "Bu horozla köpeğin dilini öğrenmem iyi oldu. Böylece birçok zarardan
kurtuldum." diye düşünerek sevindi ve ertesi gün yine köpekle horozun
yanına koştu. İkisi yine konuşuyorlardı. Köpek bu sefer çok kızgındı:
- "Yalancı horoz, hani köle ölecek, bu sayede karnımız doyacaktı,
günlerden beri yalanlarınla avutuyorsun, bu sana yakışır mı?"
Horoz:
- "Ben yalancı değilim ve yalan söylemem, diye başladı. Köle öldü fakat
burada değil, başka yerde. Çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat hiç iyi etmedi.
Çünkü bu sefer sıra kendine geldi. Zira ilkin kaza, bela eşeğe gelecek, böylece
sahibimiz beladan-kazadan kurtulmuş olacaktı. Eşeği satınca, onun yerine ata
geldi, atı da satınca, köleye geldi. Köleyi de satınca bel
|