Kozmik Şuur
Beatrix Murrel
- M. BUCKE, 1902’de Cosmic Consciousness (Kozmik Şuur) isminde bir eser yazdı. Ve kitabında temel olarak, insanlığın evrimsel gelişim yolunda edineceği üç şuur şeklinden bahsetti:
- Basit Şuur: Bizim içgüdüsel şuurumuz.
- Ben Şuuru: İnsanın kendisini ayrı bir varlık olarak gerçekleştirmesine izin veren farkındalığı.
- Kozmik Şuur: Tekamülümüzün zirvesinde henüz yeni gelişmekte olan bir yetenek.
Dr. Bucke, kitabında bu yeni şuur şeklini ele almış ve böyle bir tecrübe geçirdiğine inandığı kişilerin anlattıklarından yaptığı alıntılardan bir genel tablo çıkararak şöyle bir özet sunmuştur:
“Bir şimşeğin çakması gibi, kişinin şuuruna evrenin anlamı ve amacının genel hatları hakkında berrak bir kavram (bir vizyon) sunulur. Böylece kişi, evrenin gerçek ve canlı bir mevcudiyet olduğunu görür. Sanılanın aksine, insanların sonsuz bir cansız madde denizinin orasına burasına dağılmış canlı parçalar olmak yerine, sonsuz hayat okyanusunda geçici ölümün zerreleri olduklarını görür, insandaki hayatın, Tanrı gibi sonsuz olduğunu; evrenin herhangi bir tesadüf olmaksızın tekil ve bütünün iyiliği için her şeyin birlikte iş görecek şekilde yapıldığını ve düzenlendiğini; dünyanın kuruluş ilkesinin bizim sevgi dediğimiz şey olduğunu ve her bireyin mutluluğunun uzun vadede kesin olduğunu görür.”
“Bu tecrübeden geçen bir kişi onun sürekliliğini, herhangi bir çalışmanın öğrettiği veya öğretebileceğinden daha fazlasını, birkaç dakikada ya da saniyede öğrenir. Özellikle “bütün” kavramına ulaşınca, ahlaki yükselme ve entelektüel aydınlanma ile birlikte, bir tür ölümsüzlük hissi gelir.”
Evelyn Underhill, Mysticism (Gizemcilik) adlı eserinde bayrağı Bucke’dan devralır. ‘Vecd’in (esrime, ekstaz) mistik yanından söz ederek ısrarla şunları vurgular: “Bu, ruhsal şuurun saf varlık yönünde en büyük genişleme ihtimalini temsil etmektedir.
Buradaki niyet, ödülünü ebedi hayatın derinden tecrübe edilmesinde bulmaktadır. Bu tecrübede, düşünme ve duygunun bölümsel etkinlikleri, benlik şuuru, mekan ve zaman, varlık dünyasına ve bizim oradaki yerimize ait olan her şey asılı kalır. Bu çeşitli şeyler arasında ayırmaya alışkın olduğumuz canlılık, saf idrak halini teşkil etmesi için bir araya getirilir.
Sonuç: Aşkın (Müteal) olanın canlı bir biçimde sezilmesidir.”
Underhill şöyle devam ediyor: ”Bu, şuurun mükemmel birliğidir, bütün kavramsal ve analitik gerçekleri dışlayan sevgi tecrübesi şeklinde ifade edilen bir yoğunlaşmadır. Yani mistik, tüm yeteneklerinin asılı kaldığını söylediğinde, ‘her şeyi bildiğini ve hiçbir şeyi bilmediğini’söylemek ister; bizim, Mutlak Olan’a öylesine yoğunlaşmış olduğumuzu ve kendi ayrı mevcudiyetini aklına getirmeyi bıraktığını anlatmak ister. Mutlak fikri içinde öylesine birleşmiştir ki onu bir düşünce nesnesi olarak algılayamaz, tıpkı kuşun kendisini taşıyan havayı veya balığın içinde yüzdüğü okyanusu görememesi gibi. Gerçekten ‘her şeyi bilir fakat hiçbir şeyi düşünmez, her şeyi algılar fakat hiçbir şeyi kavrayamaz.’”
Marsha Sinetar, Ordinary People as Monks and Mystics (Keşişler ve Mistikler Gibi Sıradan İnsanlar) adlı kitabında bu gizemli vecdi, bu kozmik şuuru; ‘zirve deneyimi’ terimiyle tanımlamaktadır.
“Zirve deneyimi, mistiğin yolculuğunun herhangi bir şekilde tartışılmasında kritik önem taşır çünkü birey, onun vasıtasıyla ve onun yüzünden, ancak ‘kendisi’ olduğunda elinden gelenin en iyisini yaptığıyla ilgili olarak kendini aşan ve varlığına nüfuz eden bir görüş açısı edinir. Zirve deneyimi, kişinin, olmaktan ziyade kendi ‘varlığını’ tecrübe etmesi, gerçekliğin aşkın doğasını doğrudan tecrübe etmesi anlamına gelir. Bir an bile olsa ‘Mutlak’la bir olarak onun içine girer. Bu, çoğu kişinin içinde zihnin durduğu ve paradoksal değişikliğin/ değişmezliğin kişiye açıldığı bir zaman diye tanımlanan, hayatın akışını değiştiren bir andır.”
Sinetar şöyle devam eder: “Zirve deneyimi, evrendeki her şeyi içine alması için bireyin şuur alanını genişletir. Kişi her şeye ‘sahip olduğunu’ hisseder çünkü onun içindeki her şeyi deneyimler. Bu alan, yazar Joseph Chilton’ın ‘kozmik yumurtadaki çatlak’ diye adlandırdığı şeydir. Bununla birlikte Pearce, zirve deneyimine veya aydınlanma anına yardım eden, bireyin tüm inanç sisteminin değişmesi denilen metanoia (zihinsel değişim) hakkında da konuşmaktadır. Evrenin mikro-makro ağını; bütün insanların ve her şeyin karşılıklı ilişkisi, yani bireyin diğer her şeyle bağlantısını sağlayan birleştirici, bütünleştirici anı, ‘her şeyi yenileştiren’ o çok güzel anlayışı, yazmaktadır.”
Hem James Redfield hem de Alan Watts, bu zirve deneyiminin, bu kozmik şuuru edinebilmenin güzel mecazi tanımlarını vermektedirler.
Dokuz Kehanet adlı kitabında James Redfield, baş karakterinin bu tecrübeyi geçirmesine izin verir. Bu karakter şunu söyler:” Hafif rüzgarda ağaçların büyük dallarının sallandığını, sadece olayı görerek değil aynı zamanda fiziksel bir duyu da hissederek izledim. Sanki rüzgarda hareket eden bu dallar, bedenimin tüyleri gibiydi. Her şeyin benim bir parçam olduğunu algıladım. Dağın tepesinde oturmuş bütün yönlerde benden uzaklaşan manzarayı seyrederken, sanki fiziksel bedenim olarak bildiğim şeyin, görebildiğim her şeyden teşkil edilmiş daha büyük bir bedenin sadece kafası gibi olduğunu hissettim. Bütün evrenin benim gözlerimden baktığını deneyimledim.”
The Book’ta da (Kitap) Alan Watts, benzer bir şey söyler: “Kendim ile bana olan şey arasındaki çizgi silindiğinde, egonun pasif bir tanık olarak bile gücü kalmadığında, ne zorlayıcı ne de kaprisli bir dünyanın içinde değil de, kendimi bir dünya olarak buluyorum. Olan şey, ne otomatik ne de geçici: Sadece oluyor ve bütün olanlar, inanılmaz derecede uyumlu görünen bir şekilde, karşılıklı olarak birbirinden bağımsızlar.”
Watts şöyle devam ediyor: “Eski hislere tamamen zıt olarak, duyulara karşı bir pasiflik var; hem yaprak hem de rüzgar olduğunu anlayana dek sanki rüzgarın sürüklediği bir yaprak gibisin. Cildinin dışındaki dünya, içteki dünya kadar sen. Ayrılmayacak şekilde birlikte hareket ediyorlar. Bedenin artık, egonun canlandırmak ve sürüklemek zorunda kaldığı bir ceset değil. Toprağın seni sardığı ve tırmandığın tepelerin seni kaldırdığına dair bir his var. Hava, ciğerlerinden içeri girip dışarı çıkıyor ve bakmak, dinlemek yerine, ışık ve ses kendi kendilerine sana geliyorlar. Rüzgar eserken ve su akarken gözler görüyor ve kulaklar işitiyor. Zaman seni bir nehir gibi taşıyor, fakat şimdi’den dışarı akmıyor ve bütün mekan senin zihnin oluyor.”
Kozmik Şuur’un ana hatlarından örnekler verdikten sonra, sorular sorarak bu tecrübeye bazı açılardan da bakalım.
Bucke’nin inandığı gibi şayet bu Kozmik Şuur, gerçekten de insan zihninin varacağı başka bir gelişim basamağı ise, o zaman ne olacaktır? Tecrübe, tarihsel olarak yeni görünüyor, tarihte yalnızca birkaç bin yıl önceye kadar izlenebiliyor. Şuurun bu yeni şekli daha çok, Bütün Realitelerin Temeli olan Evren Şuuru’na giden bir yöneliş mi? Bu Noetik Biliş, bu Kozmik Şuur, bütün veya tam mı? Bizler hala beşer olduğumuz için durum biraz kuşkulu fakat belki de Kozmik Realite’yi kucaklama bakımından bu kuşkulu hal, daha manalı bir şeydir.
Tekamül yasalarına uyumlanarak, acaba Teilhard’ın Kozmik Realitenin Temeli dediği, Son (Omega)’un bize işaret ettiği şeyi mi görüyoruz?
Dinsel yapıdan kozmik yapıya doğru bir tekamül, başlamış gidiyor gibi görünüyor. Dünün “kahinlerine” kendi zamanlarında eziyet edilmişti, daha sonra azizliğe veya hatta Tanrı’nın elçileri sınıfına yükseltilerek itibarları kendilerine iade edilmişti. Daha az bilgili ruhlar böylesi özel kişilerden edindikleri “bilgileri” tercüme ederek, bu yüksek şuurlu deneylerden bilinen kurumsal dinsel sistemleri (ve güç hiyerarşilerini) inşa ettiler. Sonunda bu tercüme ile, başlangıçtaki bilgi tecrübesinin belki tamamı değil ama çoğu kaybedildi. Öğretmen- peygamber- kurucu’nun bilgisi üzerine kurulmuş büyük dinsel sistemler, insanlığın kültürel ve ahlaki tekamülünü sürdürmeye hizmet etmiştir.
Fakat ne yazık ki, çözülmeler başladı. Şu anda içinde olduğumuz devir, bizim eski dinsel geleneklerimizin ve kuramlarımızın gittikçe artan çözülmesine tanıktır. Ancak Zirve Deneyimi, Noetik Şuurlanma sürüyor fakat yeni bir toplumsal sistemde henüz yeni bir yer bulmuş değil. Şimdilerde Bu Kozmik Bilgi’nin algılanabilir “bir şeylere” doğru yapılmış hiçbir tercümesi görünmüyor. Öyleyse yüksek şuur farkındalığı nereye yönelmiştir?
Şimdiki halde, dağınık görünüyor, fakat bu uzun sürmeyecek. Teilhard’ın Zihin Küre (Noosphere) kavramını dikkate alın. Sadece deneyimlenebilir, entelektüel bir bilgi olarak değil ayrıca gezegen’in büyük şuur temeli halinde sentezlenen bir ruhsal bilgi olarak da ele alın. Artık gerekli bileşenlere sahibiz galiba: gelişen iletişim, sürüp giden bir ruhsal gelişim, New Age (Yeni Çağ), Yeni Şuur Hareketleri, sistem araştırması ve disiplinlerarası programlar vasıtasıyla bilimsel çalışmaların entegrasyonu ve internet aracılığıyla bir araya gelen zihinlerden oluşan bir dünya toplumu.
Belki de bireysel şuurumuz biraz orada biraz şurada, Dünya’nın Zihin Küresi haline gelecek şeyin müjdecisi olan yüksek şuura, Noetik Bilgiye doğru tekamül etmektedir. Eğer bu mümkün olursa, Kozmik Şuur’un bir ‘bütün halinde açılması’ için Evren’in dört bir yanında olduğunu varsaydığımız daha yüksek hayat biçimlerinden, diğer Noetik Birliklerin ortaya çıkması da mümkün olacaktır!
Council on Spiritual Practice sayfasından çeviren: Cengiz Çevre